İİK m.89 Kapsamında İspat Yükü Tartışması ve AYM’nin Değerlendirmesi
Giriş
Yakın tarihli bir Anayasa Mahkemesi (AYM) kararı ile (Anayasa Mahkemesi’nin 6 Mart 2025 tarihli ve E.2024/53, K.2025/73 sayılı kararı), İcra ve İflas Kanunu (İİK) m.89/3’te üçüncü kişinin menfi tespit davası açması hâlinde ispat yükünün üçüncü kişiye ait olmasını öngören kuralın anayasaya uygunluğu değerlendirmiştir. Bu somut norm denetimi başvurusu, bir yerel mahkeme tarafından görülmekte olan bir davada, söz konusu düzenlemenin Anayasa m.10 (kanun önünde eşitlik) ve Anayasa m.36 (hak arama hürriyeti – adil yargılanma hakkı) hükümlerine aykırı olduğu iddiasıyla yapılmıştır.
Başvuruda bulunan mahkeme, kuralın üçüncü kişiye “yok olanı ispat” yükümlülüğü yüklediğini, bunun da hukuki güvenlik ve adil yargılanma ilkelerine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Bu makalede, anılan AYM kararının ışığında itiraz konusu kuralın içeriği ve uygulaması incelenecek ve AYM’nin değerlendirmesi irdelenecektir.
İtiraz Konusu Kuralın İçeriği ve Uygulaması
İtiraz konusu kural, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 89. maddesi üçüncü fıkrasının altıncı cümlesidir. Bu düzenleme, üçüncü şahsın, kendisine üçüncü haciz ihbarnamesi tebliğ edildikten sonra kanunda öngörülen süre içinde menfi tespit davası açması hâlinde, davada ispat yükünün üçüncü kişide olduğunu ifade etmektedir. Kanun metninde açıkça; “Bu davada üçüncü şahıs, takip borçlusuna borçlu olmadığını veya malın takip borçlusuna ait olmadığını ispat etmeye mecburdur.” denilmektedir. Yani üçüncü kişi, açtığı menfi tespit davasında takip borçlusuna karşı borçlu olmadığını (ya da haczedilen malın borçluya ait olmadığını) kanıtlamak zorundadır.
Bu kural, normal ispat yükü kaidelerinin aksine, davacı konumundaki üçüncü kişiye bir olumsuz olgunun ispatını yüklemektedir. Haciz ihbarnamesi prosedürü, borçlunun üçüncü kişilerde olduğu iddia edilen alacak veya mallarının haczine ilişkin özel bir düzenlemedir. İcra dairesi, borçlunun üçüncü kişi nezdindeki mal, hak veya alacağını haczettiğinde üçüncü kişiye bir birinci haciz ihbarnamesi gönderir. Bu ihbarname ile üçüncü kişiye, artık borcunu sadece icra dairesine ödeyebileceği ve borçluya ödeme yaparsa geçersiz olacağı bildirilir. Üçüncü kişi, birinci haciz ihbarnamesini alınca, 7 gün içinde icra dairesine itiraz ederek borçluya karşı borcu olmadığını veya ihbarnamede belirtilen malın yedinde bulunmadığını beyan edebilir. Kanun, üçüncü kişinin bu ilk itiraz hakkını kullanması hâlinde, artık alacaklının iddiasını ispat yükünün değişeceğini öngörmüştür. Nitekim üçüncü kişi süresinde itiraz ederse, bundan sonraki aşamada ispat yükü alacaklıya geçmekte; alacaklının, üçüncü kişinin beyanının doğru olmadığını icra mahkemesinde kanıtlaması gerekmektedir. Bu durumda alacaklı, üçüncü kişinin gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunu ileri sürerek icra mahkemesinde dava açabilir ve itiraz eden üçüncü kişinin cezai ve hukuki sorumluluğunu gündeme getirebilir.
Eğer üçüncü kişi birinci haciz ihbarnamesine itiraz etmezse, borç veya mal üçüncü kişinin zimmetinde/yedinde sayılır. İcra dairesi bu durumda üçüncü kişiye ikinci bir haciz ihbarnamesi göndererek, ilk ihbarnameye itiraz edilmediğini, bu sebeple borcun/malın artık üçüncü kişinin sayıldığını bildirir. İkinci ihbarname ayrıca üçüncü kişiye son bir fırsat tanır: Bu tebligatı aldıktan sonra 7 gün içinde yine itiraz etme hakkı vardır; itiraz etmez ve zimmetinde sayılan borcu ödemez ya da malı teslim etmezse, 15 gün içinde parayı ödemesi veya menfi tespit davası açması gerekir. İkinci ihbarnameye de cevap vermeyen üçüncü kişi, belirtilen 15 günlük süre içinde borcu icra dairesine ödemez veya menfi tespit davası açmazsa, borcu ödemeye veya malı teslim etmeye zorlanacaktır.
Üçüncü haciz ihbarnamesi fiilen, ikinci ihbarnameye de sessiz kalan üçüncü kişiye ya borcu hemen ödeme ya da menfi tespit davası açma yükümlülüğü getiren tebligattır. Üçüncü kişi, menfi tespit davasını açıp açmadığını icra dairesine belgelemek zorundadır; aksi takdirde borcu ödemek zorunda kalacaktır. İşte itiraz konusu kural uyarınca, bu menfi tespit davasını açan üçüncü kişi davada ispat yükünü taşımaktadır. Dava açılmış olması, cebri icrayı durdurur; ancak davayı kaybederse üçüncü kişi aleyhine tazminata hükmedileceği de kanunda yer almaktadır.
Kısacası, üçüncü kişi ilk iki ihbar aşamasında borcu olmadığını beyan etmemişse, üçüncü aşamada kendisini borçlu addetmemek için dava açmak zorunda kalmakta ve bu davada da “benim borcum yoktur” tezini ispat külfeti altına girmektedir.
Anayasa Mahkemesinin Değerlendirmesi
Anayasa Mahkemesi, somut norm denetimi kapsamında önüne gelen bu uyuşmazlıkta öncelikle İİK m.89 düzenlemesinin genel çerçevesini ve itiraz konusu cümlenin sisteme etkisini analiz etmiştir. Mahkeme, kuralın anlam ve kapsamını belirledikten sonra, iddia edildiği gibi eşitlik ilkesi (m.10) veya adil yargılanma/hak arama hürriyeti (m.36) yönlerinden bir aykırılık oluşturup oluşturmadığını incelemiştir. İnceleme sonucunda AYM, itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 36. maddesi ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkını zedelemediği ve 142. maddede öngörülen kanunilik ilkesine de aykırı olmadığı kanaatine ulaşmıştır.
Mahkeme, özellikle üçüncü kişi ile alacaklı tarafın çatışan menfaat dengesinin bozulmadığını vurgulayarak, düzenlemenin taraflardan birini diğerine göre daha zayıf duruma düşürmediğini belirtmiştir. Bu bağlamda, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri bakımından da kuralın adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil etmediği ifade edilmiştir. AYM, kararında üçüncü kişiye yüklenen ispat külfetini, İİK m.89 çerçevesinde sunulan imkân ve güvencelerle birlikte değerlendirmiştir. Mahkemeye göre, kural tek başına ele alındığında üçüncü kişi aleyhine gibi görünse de kanun koyucunun oluşturduğu sistem bütünsel olarak incelendiğinde adil dengenin korunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim karar, itiraz konusu düzenlemenin Anayasa’nın 10. maddesiyle (eşitlik ilkesi) doğrudan ilgili bir sorun oluşturmadığını da belirtmiştir. Sonuç olarak AYM, kanun hükmünün iptalini gerektirecek bir aykırılık görmemiş ve bu kararın iptalini talep eden başvurunun reddine karar vermiştir.
Kanun Yolunun Bütünselliği ve Usuli Güvenceler Üzerinden Anayasal Denetim
Anayasa Mahkemesi, itiraz konusu düzenlemenin Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkı bakımından değerlendirilmesi sürecinde, söz konusu kuralın tekil anlamı ile birlikte yer aldığı normatif yapının bütününü dikkate almıştır. Mahkeme, menfi tespit davasında ispat yükünün üçüncü kişi üzerinde bırakılmasının, kuralın uygulanma biçimi, usul güvenceleri ve alternatif koruma mekanizmaları çerçevesinde anayasal ilkelerle çelişmediği sonucuna varmıştır.
Mahkemeye göre, İcra ve İflas Kanunu’nun 89. maddesi uyarınca üçüncü kişiye yalnızca bir defaya mahsus olmayacak şekilde birden fazla itiraz hakkı tanınmaktadır. Üçüncü kişi, birinci haciz ihbarnamesine yedi gün içinde itiraz etmemesi hâlinde dahi, sonrasında gönderilecek ikinci ihbarname üzerine bir kez daha yedi gün içinde itiraz edebilme olanağına sahiptir. Bu çifte bildirim sistemi, üçüncü kişiye borçlu sıfatını reddetme imkânını mükerrer şekilde sunmakta, böylelikle usuli adaletin tesisi açısından işlevsel bir güvence oluşturmaktadır.
Anayasa Mahkemesi, ayrıca itiraz yolunun şeklen ve maddi açıdan kolaylaştırılmış olmasına dikkat çekmiştir. Haciz ihbarnamesine itiraz, yazılı veya sözlü biçimde yapılabilmekte; bu beyan herhangi bir harç ya da resme tabi tutulmamaktadır. Bu yönüyle düzenleme, üçüncü kişinin icra sürecine erişimini kolaylaştırmakta ve onu yargısal koruma mekanizmalarına başvurabilme bakımından dezavantajlı konuma düşürmemektedir.
Öte yandan Mahkeme, kanun koyucunun yalnızca süresinde itiraz eden kişileri değil, aynı zamanda kusuru olmaksızın itiraz süresini kaçıran üçüncü kişileri de gözettiğini ifade etmiştir. İlgili düzenleme uyarınca, bu gibi durumlarda gecikmiş itiraz kurumu işletilebilmekte; böylelikle üçüncü kişiye geç de olsa borçlu olmadığını beyan etme ve borçlu sıfatına bağlanan sonuçlardan korunma fırsatı sunulmaktadır. Bu durum, hak arama özgürlüğünün özüyle bağdaşır bir düzenleme olarak değerlendirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin dikkat çektiği bir diğer husus, üçüncü kişinin menfi tespit davası açması hâlinde ispat hakkına herhangi bir sınırlama getirilmemiş olmasıdır. Mahkeme, üçüncü kişinin, borçlu olmadığını veya malın takip borçlusuna ait bulunmadığını ispat edebilecek bilgi, belge ve araçlara ulaşabilecek durumda olduğunu; kuralın delil sunma hakkını engelleyen yahut sınırlandıran bir içeriğe sahip bulunmadığını belirtmiştir. Bu bağlamda, ispat yükünün üçüncü kişi üzerinde bırakılmasının, kendi başına silahların eşitliği ya da çelişmeli yargılama ilkelerini ihlal eder nitelikte olmadığı değerlendirilmiştir.
Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, üçüncü kişinin menfi tespit davasındaki ispat yükümlülüğünü düzenleyen kuralı, usul hukukunun bütünlüğü içinde değerlendirmiş; kuralın, taraflar arasında makul bir denge gözettiğini, hak arama hürriyetini zedelemediğini ve adil yargılanma hakkının alt ilkeleri olan silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama esaslarıyla çelişmediğini tespit etmiştir. Mahkemeye göre, bu yönüyle düzenleme, Anayasa’ya aykırılık teşkil etmemektedir.
Değerlendirme ve Sonuç
AYM’nin güncel tarihli bu kararı ile İİK m.89/3’ün ispat yüküne dair kural Anayasa’ya aykırı bulunmamış, başvuru oybirliğiyle reddedilmiştir.
Kararın temel gerekçesi, kuralın değerlendirilmesinde bütüncül (sistemsel) bir yaklaşımın benimsenmiş olmasıdır. Anayasa Mahkemesi, üçüncü kişiyi bir anda borçlu durumuna düşüren bu kuralı soyut biçimde ele almak yerine, kanunun öngördüğü çok katmanlı itiraz ve dava süreçleriyle birlikte değerlendirmiştir. Bu değerlendirme sonucunda Mahkeme, kanun koyucunun getirdiği çoklu itiraz hakkı ve gecikmiş itiraz imkânı gibi unsurlar sayesinde üçüncü kişinin hak arama hürriyetinin özüne bir zarar gelmediğine kanaat getirmiştir. Söz konusu karar, uygulamada tartışma konusu olan “yokun ispatı” yükünün her koşulda Anayasa’ya aykırı olmadığını, aksine usul hukukunda menfaat dengesi korunarak düzenlendiğinde bu tür bir ispat külfetinin kabul edilebilir olduğunu ortaya koymaktadır. Sonuç itibarıyla, İcra ve İflas Hukuku alanında üçüncü kişinin menfi tespit davasındaki konumu ve yükümlülükleri, Anayasa Mahkemesi tarafından da değerlendirilmiş ve mevcut düzenlemenin anayasal ilkelerle bağdaştığı tescillenmiştir. Bu karar, benzer biçimde icra hukukundaki diğer usuli yükümlülüklere yönelik anayasal denetimler için de emsal teşkil edebilecek nitelikte, sistematik bir inceleme örneğidir.
Bu makalenin tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeksizin veya Erdem & Erdem’in yazılı izni alınmaksızın bu makale kullanılamaz, çoğaltılamaz, kopyalanamaz, yayımlanamaz, dağıtılamaz veya başka bir suretle yayılamaz. Kaynak gösterilmeksizin veya Erdem & Erdem’in yazılı izni alınmaksızın oluşturulan içerikler takip edilmekte olup, hak ihlalinin tespiti halinde yasal yollara başvurulacaktır.
Diğer İçerikler
19 Haziran 1932 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda (“İİK”), bu zamana kadar onlarca değişiklik yapıldı. Bunların en önemlilerinden biri, şüphesiz 15 Mart 2018 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 7101 sayılı, “İcra Ve İflâs Kanunu Ve Bazı...
Genel anlamda konkordato, takip hukuku çerçevesinde düzenlenmiş bir tür kalan borçtan kurtulma usulüdür.Borçlarını vadesi geldiği hâlde ödeyemeyen borçlunun, belli bir zaman dilimi içerisindeki bütün borçlarının alacaklılar tarafından kanunda gösterilen nitelikli çoğunlukla kabul edilmesi ve yetkili mahkemenin...
Kamuoyunda 7. Yargı Paketi olarak bilinen, bir nevi “torba yasa” olan 7445 sayılı “İcra ve İflas Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 05.04.2023 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Kanun, adından da anlaşılacağı üzere, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda (“İİK”) çok sayıda...
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda (“İİK”) 285 vd. maddelerinde düzenlenen konkordato kurumu ile borçlarını vadesi geldiği halde ödeyemeyen veya ödeyememe tehlikesi altında olan borçlular için iflas öncesinde borçlarını yeniden yapılandırma ve iflas riskini bertaraf etme imkânı getirilmiştir. 2018 yılında...
31994 sayılı ve 25.10.2022 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan, Anayasa Mahkemesi’nin 14.09.2022 tarihli kararı (“AYM Kararı”), başvurucuların istinaf taleplerine ilişkin istinaf başvuru süresinin kararın tefhiminden itibaren başlamasının mahkemeye erişim hakkını ihlal edip etmediğini incelemektedir...
Kamuoyu nezdinde “5. Yargı Paketi” olarak isimlendirilen ve 30.11.2021 tarihli, 31675 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7343 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile, başta 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu olmak üzere muhtelif kanunlarda...