Anayasa Mahkemesi’nin Pilot Kararı: Munzam Zarar Hükmünün Enflasyon Karşısında Gerekli Hukuki Güvenceyi Sağlayamaması
Giriş
Munzam zarar talebi, para borçlarının geç ödenmesi nedeniyle alacaklının uğradığı ve temerrüt faiziyle karşılanamayan zararın tazminini amaçlayan bir talep türü olarak Türk borçlar hukukunda uzun süredir tartışma konusudur. Özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde bu kurumun önemi artmakta; munzam zarar kavramı alacağın reel değerinin korunması, adil denge ve mülkiyet hakkı bağlamında yeniden gündeme gelmektedir. Yargı uygulamasında munzam zararın ispatına ilişkin farklı yaklaşımlar, hukuki öngörülebilirlik ve etkin koruma açısından önemli sorunlara yol açmıştır. Bu tartışmaların odağında Anayasa Mahkemesi (AYM) 08.07.2025 tarihli ve 2024/41763 başvuru numaralı pilot kararıyla (Pilot Karar), alacakların enflasyon karşısında uğradığı reel değer kaybını telafi edecek etkili bir hukuk yolu olmadığı tespitinde bulunarak, başvurucunun mülkiyet hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir. AYM, bu sorunun bireysel başvurularla giderilemeyecek ölçüde yapısal olduğunu değerlendirerek pilot karar usulünü devreye sokmuş; çözüm için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) bildirim yapılmasına ve benzer başvuruların altı ay süreyle incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir.
Munzam Zarar
Temerrüt Faizi ve Munzam Zarar
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) uyarınca, para borçlarının vadesinde ifa edilmemesi ve temerrüde düşülmesinin bir sonucu olarak, temerrüt faizi ödeme yükümlülüğü doğmaktadır. Faiz, temerrüdün yasal bir sonucu olarak ödenmesi gereken asıl borca bağlı fer'i bir borç niteliği taşımaktadır. Temerrüt faizi ödeme borcunun doğması için borçlunun kusurunun olması ya da zarara uğraması gerekmez. Bir diğer ifadeyle, temerrüde düşmede kusuru olmayan bir borçlu dahi para borcu için temerrüt faizi ödemekle yükümlüdür[1] . Temerrüt faizi, alacaklının zararı ispatlaması gerekmemesi açısından doktrinde götürü tazminat olarak kabul edilmektedir[2] .
Zararın temerrüt faizinden fazla olması halinde ise alacaklı, aşan kısmın tazmin edilmesini de isteme hakkına sahiptir (TBK m. 122). Borçlu ise munzam zarara ilişkin olarak kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat ederek bu yükümlülükten kurtulabilir. Munzam zararın talep edilebilmesi için (i) borçlunun temerrüde düşmüş olması, (ii) borcun konusunun para olması, (iii) munzam bir zarar bulunması, (iv) borçlunun temerrüde düşmedeki kusurunun varlığı ve (v) munzam zarar ile borçlunun temerrüdü arasında illiyet bağı olması gerekir[3] . Munzam zarar ile temerrüde düşen borçlunun sebebiyet verdiği gecikmeden doğan zararların tazmin edilmesi söz konusudur. Bu sebeple, zarar, borçlunun temerrüde düştüğü tarihten, fiilî ödeme tarihine kadarki zararları kapsar.
Munzam Zararın İspatı
Munzam zarara ilişkin düzenlemede, borçluya kusurlu olmadığını ispat ederek aşkın zararı tazminden kurtulma hakkı tanınır. Doktrinde, kimi yazarlarca temerrüt faizinin uğranılan zararı karşılamadığını ispat yükünün genel hükümler çerçevesinde alacaklıda olduğu savunulmaktadır[4] . Alacaklının; daha yüksek oranda faize tabi borcunu ödeyemediği, temerrüt yüzünden kendi alacaklısına sözleşme cezası ödemesi gerektiği, temin etmek zorunda kaldığı kredi maliyetinden dolayı zarara uğradığı veya almayı planladığı bir malı veya yakaladığı bir iş fırsatını kaçırdığı gibi munzam zarara sebep olan somut durumu ispat etmesi gerekeceği ifade edilmektedir[5] . Enflasyon sebebiyle reel değer kaybının temerrüt faizi oranından fazla olmasının munzam zarar teşkil edeceği genellikle kabul edilmektedir[6] . Ancak munzam zararın enflasyon sebepli olmasının alacaklı tarafından ispatının çok zor olacağı doktrinde ele alınmış, hakimin TBK m. 50/2 çerçevesinde hakkaniyete göre değerlendirme yapması önerilmiştir[7] . Munzam zararın ispatı meselesi, yargı kararlarında farklı değerlendirmelere konu olmuştur.
Munzam Zarara İlişkin AYM’nin ve Yargıtay’ın Geçmiş Yaklaşımları
AYM’nin Yaklaşımı
AYM’nin 21.12.2017 tarihli ve 2014/2267 başvuru numaralı kararında, alacaklının alacağına kavuşuncaya kadar geçen sürede paranın enflasyon karşısında değer kaybetmesi sebebiyle, alacaklıdan zararın ispatının beklenmesinin bir külfet anlamına geldiği ve bu durumun mülkiyet hakkını ihlal ettiği değerlendirilmiştir.
Yargıtay’ın Yaklaşımı
Yargıtay, kararlarında uzun bir süre, sadece faiz oranını aşan enflasyon oranını aşkın zarar olarak kabul etmeyip iddia edilen zararın alacaklı tarafından somut olarak ispatlanması gerektiğini belirtmekteydi[8] . Ancak AYM’nin vermiş olduğu mülkiyet hakkı ihlali kararını takiben, Yargıtay da içtihadında değişikliğe gitti. 21.12.2017 tarihli ve 2014/2267 başvuru numaralı AYM kararı sonrasında, Yargıtay 15. Hukuk Dairesi, temerrüt faizi ile karşılanamayan zararın karine olarak kabul edilmesine ve borçlunun zararın olmadığını ispatlaması gerekeceğine karar verdi[9] . Ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 29.03.2022 tarihli bir kararında[10], eski içtihadına dönerek, alacaklının uğradığını iddia ettiği zararı, enflasyonun yükselmesi veya genel ekonomik sebepler gibi soyut hususlarla değil, somut vakıalarla ispatlaması gerektiğine hükmetti. Bu çerçevede, zararın, yasal ispat vasıtaları ile somut, inanılır ve açıkça ortaya konulmasının gerektiği değerlendirildi. 2025 yılına kadar, Yargıtay’ın farklı daireleri bu konuda çelişkili kararlar vermeye devam etti[11] .
Bu defa, 13.01.2025 tarihli güncel bir kararında Yargıtay 6. Hukuk Dairesi[12] , hiperenflasyon döneminin hakim olduğunu vurgulayarak bu döneme ilişkin ayrı bir değerlendirme kriterinin olması ihtiyacına işaret etti. Yargıtay bu kararında, hiperenflasyon dönemleri ile normal enflasyon dönemleri için iki farklı kriter benimsemiştir. Normal enflasyon dönemlerinde, somut ispat yönteminin izlenmesinin, hiperenflasyon dönemlerinde ise borcun ifasının zaman almasından kaynaklı olarak alacaklının malvarlığında eksilme olduğunun ve enflasyon oranları, yabancı paranın değer artışı veya altın fiyatlarının artışı gibi göstergeler ile zararın kabulünün gerekeceği ifade edilmiştir.
AYM Pilot Kararı
Bireysel Başvuruya Konu Somut Olay
Bireysel başvuruya konu somut olayda, başvurucu, konut finansman kredisinden kaynaklanan bir uyuşmazlık sebebiyle özel bir banka aleyhine 09.11.2010 tarihinde 48.854 TL asıl alacak üzerinden icra takibi başlatmıştır. Borçlu banka, icra takibine itiraz etmiş ve takip bu itiraz üzerine durmuştur. Bunun üzerine başvurucu, borçlunun itirazının iptali talebiyle genel mahkemede dava açmıştır. Yargılama sonunda mahkeme, borçlunun itirazının iptaline ve icra takibinin asıl alacak üzerinden, takip tarihinden itibaren borç tamamen ödeninceye kadar yıllık %9 oranında temerrüt faizi işletilmek suretiyle devamına karar vermiştir. Bu karar taraflarca temyiz edilmemiş ve 01.07.2020 tarihinde kesinleşmiştir. Karar sonrasında, borçlu tarafından toplam 119.114,76 TL yatırılmış ve borç ödenmiştir.
Başvurucu, yargılama sürecinin uzunluğu ve yüksek enflasyon nedeniyle alacağının reel değerinin ciddi biçimde azaldığını belirterek, temerrüt faizi ile karşılanmayan munzam zararın tazmini talebiyle yeni bir dava açmıştır. İstanbul 10. Tüketici Mahkemesi davayı reddetmiş, istinaf ve temyiz aşamalarının ardından ret kararı kesinleşmiştir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi gerekçesinde, enflasyon veya dolar kurundaki artış gibi nedenlerin davacıyı ispat yükünden kurtarmayacağını, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik olumsuzluklardan hareketle ileri sürülen soyut ve varsayıma dayalı zarar iddialarının hükme esas alınamayacağını vurgulamıştır. Bu kararın ardından iç hukuk yolları tüketilmiş ve başvurucu, mülkiyet hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasıyla AYM’ye bireysel başvuruda bulunmuştur.
AYM Tarafından Yapılan Değerlendirme
AYM, Pilot Karar’da munzam zararın kim tarafından nasıl ispatlanacağını tartışmamaktadır. Bundan ziyade, enflasyon karşısında alacağın kayba uğramasına karşı etkili bir hukuki mekanizmanın mevcut olup olmadığını irdelemektedir. AYM, 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun ve TBK kapsamında düzenlenen faize ve aşkın zarara ilişkin hükümleri dikkate alarak mevcut hukuk sisteminde alacakların reel değerini koruyacak etkili bir mekanizma olmadığını; yasal faiz oranlarının ise özellikle son yıllarda yaşanan yüksek enflasyon ortamında bu kaybı telafi etmekten uzak kaldığını değerlendirmiştir. Borçluların borçlarını ödememeleri nedeniyle avantajlı oldukları bu yapıda, Anayasa’nın 35. ve 40. maddeleri gereği devlete özel hukuk kişileri arasındaki alacakların enflasyon karşısında uğrayacağı önemli ölçüdeki değer kayıplarını giderecek hukuki altyapı ve mekanizmaları oluşturma sorumluluğu yüklendiği hatırlatılmaktadır (Pilot Karar, para. 56).
Bu çerçevede, AYM, alacağın geç tahsil edilmesi halinde enflasyon nedeniyle oluşan değer kaybının giderilmemesinin, taraflar arasındaki adil dengeyi alacaklı aleyhine bozarak ona orantısız bir külfet yüklediğini değerlendirmiştir. Munzam zararın ispatı konusundaki farklı içtihatlar da dikkate alınarak, munzam zarar düzenlemesinin alacakların enflasyon karşısında uğradığı değer kaybının tazmin edilmesini güvence altına almadığı ve bu yöndeki içtihadın etkili bir hukuk yolunun bulunduğu yönünde kanaat oluşturmadığı ifade edilmiştir (Pilot Karar, para. 65).
AYM, alacakların enflasyon karşısında reel değerini koruyamamasını mülkiyet hakkına yönelik bir müdahale olarak değerlendirmiştir. Ayrıca, mevcut yargı yollarının bu tür zararlara etkili bir çözüm sunmaması nedeniyle etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğine hükmetmiştir.
AYM, çok sayıda benzer başvuru bulunduğunu belirleyerek pilot karar usulünü uygulamış; sorunun bireysel başvurularla giderilemeyecek ölçüde sistematik ve yapısal nitelikte olduğunu belirtmiştir. Bu kapsamda, AYM, TBMM’ye bildirimde bulunulmasına ve alacakların enflasyon karşısında uğradığı reel değer kaybını giderecek etkili bir iç hukuk mekanizmasının oluşturulması yönünde yasal düzenleme yapılması gerektiğine dikkat çekmiştir. Ayrıca, benzer nitelikteki başvuruların altı ay süreyle ertelenmesine karar verilmiştir.
Karşı Oy Görüşü
Karşı oy yazısında, AYM’nin çoğunluk görüşünde kabul edildiği üzere alacağın enflasyon karşısında değer kaybetmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği kabul edilmekle birlikte, bu ihlalin yapısal bir sorundan değil, mahkemelerin TBK’nın 122. maddesini yanlış ve Anayasa’ya aykırı biçimde yorumlamasından kaynaklandığı belirtilmiştir. Karşı oy sahipleri, TBK’nın 122. maddesinin alacaklının munzam zararı ispatlaması gerektiği konusunda bir düzenleme getirmediğini, bu yöndeki anlayışın Yargıtay içtihadından kaynakladığını savunmuşlardır. Görüşte, mevcut yasal düzenlemenin alacaklının munzam zararını talep etmesine imkân verdiğini, dolayısıyla TBMM’ye bildirim yapılmasını ve pilot karar uygulanmasını gerektiren bir durum bulunmadığını savunarak, ihlalin giderilmesi için dosyanın yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesinin yeterli olacağı ileri sürülmüştür.
Sonuç
Pilot Karar, para borçlarının geç ödenmesi nedeniyle alacaklının uğradığı reel değer kaybının yalnızca özel hukuk bakımından değil, anayasal güvenceler yönünden de değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. AYM, mevcut hukuk yollarının alacaklının mülkiyet hakkını korumada yetersiz kaldığını tespit ederek, alacakların ekonomik koşullar karşısında etkin biçimde korunmasını sağlayacak yapısal düzenlemelere ihtiyaç bulunduğuna işaret etmiştir. Bu karar, yargı organları için içtihat birliğinin güçlendirilmesi, yasa koyucular için ise ekonomik gerçeklikleri dikkate alan daha kapsamlı bir sistemin oluşturulması yönünde önemli bir reform çağrısı niteliği taşımaktadır.
- Oğuzman, M. Kemal/Öz, M. Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.1, İstanbul, 2013, s. 503.
- Oğuzman/Öz, s. 503.
- Kılıçoğlu, Ahmet: “Yargıtay Kararları Açısından Munzam Zarar”, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, 1999, s. 11-12.
- Kılıçoğlu, s. 12; Oğuzman/Öz: s. 510.
- Kılıçoğlu, s. 12; Oğuzman/Öz: s. 510.
- Tekinay, Selahattin S.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 1993, s. 943.
- Tekinay, s. 943.
- Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 21.03.2005 tarihli ve 2004/4662 E. 2005/1596 K. Sayılı Kararı, www.lexpera.com, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 20.03.2006 tarihli ve 2005/11377 E. 2006/2827 K. Sayılı Kararı, www.lexpera.com; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 31.10.2007 tarihli ve 2007/11-668 E. 2007/798 K. Sayılı kararı, www.lexpera.com; Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 08.07.2008 tarihli ve 2008/5486 E. 2008/9057 K. Sayılı Kararı, www.lexpera.com; Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 12.05.2016 tarihli ve E.2016/1049 K.2016/2737 Sayılı Kararı, www.lexpera.com.
- Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 28.11.2018 tarihli ve 2018/3499 E. 2018/4739 K. Sayılı Kararı, www.lexpera.com; Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 25.04.2018 tarihli ve 2017/2736 E. 2018/1742 K. Sayılı Kararı, www.lexpera.com.
- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 29.03.2022 tarihli ve 2021/928 E. 2022/401 K. Sayılı Kararı, www.kazanci.com.tr.
- Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 14.11.2024 tarihli ve 2023/1766 E. 2024/4097 K. Sayılı Kararı, www.lexpera.com.
Bu makalenin tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeksizin veya Erdem & Erdem’in yazılı izni alınmaksızın bu makale kullanılamaz, çoğaltılamaz, kopyalanamaz, yayımlanamaz, dağıtılamaz veya başka bir suretle yayılamaz. Kaynak gösterilmeksizin veya Erdem & Erdem’in yazılı izni alınmaksızın oluşturulan içerikler takip edilmekte olup, hak ihlalinin tespiti halinde yasal yollara başvurulacaktır.
Diğer İçerikler
Taksitle satım adı altında adî satıma nazaran farklı bir tür satım sözleşmesinin doğuş sebebi, bir yandan satım bedelinin tamamını tek seferde ödeme imkânı bulamayan kişileri satın almak istedikleri şeyden derhal faydalandırmak suretiyle piyasayı canlandırarak üretime katkıda bulunmaktır...
Türk Medeni Kanunu’nun (“TMK”) temel ilkelerinden biri olan tapu siciline güven ilkesi, ayni hakların kazanımı ve korunmasında belirleyici bir rol oynamaktadır. Özellikle uygulamada sıkça karşılaşılan arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde, arsa sahipleri tarafından mülkiyetin (daha basit bir ifade ile, tapunun)...
Kira sözleşmeleri, taşınmazların belirli bir süre ve bedel karşılığında kiracıya kullanım hakkını devreden ve taraflara önemli yükümlülükler getiren sözleşmeler arasında yer almaktadır. Türk Borçlar Kanunu’nun (“TBK”) 310. maddesi uyarınca, bir taşınmazın malikinin değişmesi halinde, yeni malik, kira sözleşmesine...
Kira bedelinin uyarlanması davaları, özellikle ekonomik dalgalanmalar ve piyasa koşullarının değişmesi durumunda sıklıkla karşılaşılan hukuki uyuşmazlıklar arasında yer almaktadır. Bu davalarda, kira bedelinin mevcut koşullara göre yeniden belirlenmesi talep edilir...
Türk Borçlar Kanunu’nun (“TBK”) 351. maddesi, mülkiyet hakkının devralınmasını takiben yeni malikin kendi ihtiyaçları doğrultusunda taşınmazı tahliye ettirme durumunu düzenler. Bu hükmün, taşınmazda önceden de paydaş olan yeni maliklerin durumuna da uygulanıp uygulanmayacağı çeşitli yargı kararlarına konu...
Ticari ilişkilerin sürdürülmesinde ve ticari uyuşmazlıkların çözümünde kritik role sahip borcun üstlenilmesi ve üçüncü kişinin fiilini (edimini) üstlenme kurumlarının birbiri ile sıklıkla karıştırıldığı görülür. Bu karışıklığı gidermek adına önemli değerlendirmeler içeren Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (“YHGK”)...
Genel hatlarıyla gereksinim nedeniyle tahliye davası, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (“TBK”) 350’nci maddesinde düzenlenen ve kiralanan taşınmazı kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut ya da işyeri olarak kullanma zorunluluğu bulunması halinde...
Adi ortaklıklar Türk Hukuku’nda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (“TBK” veya “Kanun”) 620 ve 645. maddeleri arasında düzenlenir. Adi ortaklık sözleşmesi Kanun’da, iki veya daha fazla kişinin emeklerini veya mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendiği sözleşme olarak tanımlanır...
Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar (“32 Sayılı Karar”) ve 2008-32/34 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara İlişkin Tebliğ ile bazı sözleşmelerin sözleşme bedelleri ile bu sözleşmelerden kaynaklanan diğer ödeme yükümlülüklerinin döviz cinsinden veya dövize...
Sözleşmeler hukuku bakımından genel prensip sözleşme serbestisi veya diğer bir deyişle irade serbestisi olmasına rağmen, sorumsuzluk antlaşmaları bakımından, tarafların iradelerine tamamen bir serbesti tanınmamış ve sorumsuzluk antlaşmalarının geçerliliği Türk Borçlar Kanunu’nun...
Anayasa Mahkemesi 14.09.2021 tarihli ve 2018/25663 başvuru numaralı kararında (“Karar”) yaptığı inceleme sonucunda, başvurucu Cahide Demir’in üçüncü kişinin borcunun teminatı olarak kendi taşınmazı üzerinde tesis edilen ipoteğin, söz konusu üçüncü kişi borçlunun kredi borcunu...
Genel işlem koşulları, yalnızca tüketici işlemlerinde değil; otomotiv, bankacılık, sigortacılık, telekomünikasyon ve enerji gibi belirli sektörlerdeki ticari işlemlerde de yaygın olarak kullanılır. Nitekim, genel işlem koşulları...